Bebek neler biliyor, biz bilmiyoruz. Fakat bebeğin ilk nefesini biliyoruz. Sıkıldığımda, üzüldüğümde, sevindiğimde, heyecanlandığımda ya da şöyle bir durulmak istediğimde, yaşamımın devamını sağlayan eyleme, nefesime dönüyor bedenim hep. Derin bir nefes alıyorum. Derin bir nefes alıp yazmaya başlıyorum.
Bebek doğmaya hazır olduğunu nereden biliyor, biz bilmiyoruz. Fakat hazır olduğunda, ciğerlerinden uzanan bir sinyalin annenin sistemine “haydi” dediğini ve doğumun başladığını biliyoruz. “Artık nefes almaya hazırım, gelebilirim. Haydi." O sıcak karanlıktan ayrıldığında, gezegenin havasıyla ilk karşılaştığında, kalbi de “haydi” diyor; bekleyen iki kapakçık daha açılıyor ve oksijen, artık anneciğinden değil, Dünya Anne’den akıyor bedenine. Bebek ilk nefesini alıyor. Ağlıyor, aksırıyor, aranıyor. Bebek nefes almaya devam ediyor. Derin bir nefes almaya ihtiyaç duyduğumda bazen, o ilk nefesi hatırlıyorum. Belki bedenim de hatırlıyor. Doğumumuzu, her birimizin evvel zaman içinde doğmuş olduğunu hatırlayalım diye her yıl “iyi ki doğduk” diyoruz. Dünyanın hemen her yerinde hem doğum, hem de doğumun yıldönümü kutlamaya değer, kutsal bulunuyor. Yaşamın başlangıcını kutlamayı unutmuyoruz da kutsamayı biraz ihmal ediyoruz belki. On yıldır, doula olarak doğumlara eşlik ediyorum. Dünyaya gelen yeni bir canı karşılamak üzere annesini, babasını desteklerken kendimi her defasında, olabileceğim en kutsal yerde hissediyorum. Bu kutsal hissi açıklamanın bir yolunu, ne kadar denediysem de yıllar içinde bulamadım. Her defasında beni hayrete düşürmekle kalmıyor, daha da meraklandırıyor. Her birimiz doğuyoruz. Büyüyoruz. Nice nefesler alıyoruz. O ilk nefes, kalbin Dünya ile karşılaştığı o büyülü an, nefesin anneden değil, Dünya’nın kendisinden aktığı o ilk an, beni her defasında şaşırtmaya devam ediyor. “Biri daha geldi” yazıyorum bir keresinde benden haber bekleyen arkadaşıma. “Biri daha katıldı aramıza. Görsen, pespembe yanaklı.” “Yolu güzel olsun. İsmi ne?” “Luka. İkinci adını da Can koymuşlar, biliyor musun?” “İsmiyle yaşasın Luka Can!”
DOĞUMU KUTLAMAK
Doğumhaneler tören alanlarına dönsün demiyorum. Her şeyin yolunda gittiğinden emin olabilmemiz için harika araçlara sahibiz. Geçmiştekinin aksine, bugün birçok anneyi ve bebeği olabileceklerinden çok daha sağlıklı bir halde çıkarabiliyoruz doğumhanelerden ya da ameliyathanelerden. Fakat her halükârda, hikayenin başladığı noktayı es geçmeden kutlayabilsek. Kutsayabilsek. Aslında o kadar kolay ki. Tam da doğum sırasında herkesin daha sessiz olmasını sağlayan, ışıkları bir miktar azaltan; doğar doğmaz bebeğin anneciğinin çıplak göğsüne yatmasını sağlayan, bebek ilk nefeslerine alışırken anneye ve partnerine bebekle tanışmaları, bakışmaları için fırsat tanıyan uzmanlarla çalıştım. Anne o anda şarkı söylemek istiyorduysa, söyleyebiliyordu. Babanın ağlayası varsa, onu zaten kimse tutamıyordu. Birinin, başka birinin, yeni birinin yaşamının başladığı o ana sessizlikle, saygıyla tanıklık eden, alan tutan ekiplerin olduğu doğum odalarında bulundum. “Annelik kutsaldır” deyip geçmekle olmuyor. Doğum anını neden önemsediğimizi, o günü neden kutlamaya devam ettiğimizi hatırlamamız gerekiyor. Doğumun o yoğun hisleri, mutluluk, heyecan, bazen öfke, pişmanlık, korku, kaygı, sevinç, hayret; her biri serbest kalabildiğinde, bebek ilk nefesini duyguların özgürce akabildiği bir alanda alabildiğinde, orada bir sihir gerçekleşiyor olmalı. Yeni canın yaşamına başka bir gerçeklik serpiliyor olmalı. Bir müddet daha onu kucaklayacak, ancak onu kucaklayarak hayatta tutabilecek annesine bir kuvvet akabiliyor olmalı.
Derin bir nefes alıyorum, yaşamın başlangıcını kutlamayı, kutsamayı hatırlıyorum. Nefes veriyorum, aldığım ilk nefese sevinen, heyecanlanan herkesi gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Nefes alıyorum, annemin şaşkınlığını, beni göğsüne bastırıp gülümsediğini hayal ediyorum. Nefes veriyorum; dünyamıza buyur ettiğimiz her yeni canı o kadim özenle karşılayabilmemizi diliyorum.
Comentarios