Disney+'ın yeni dizisi “Arayış”ta tekinsiz bir karakteri canlandıran ve hem Türkiye’nin hem de İtalya’nın en başarılı aktörlerinden olan Mehmet Günsür ile bir araya geldik. Bu dünyanın artık ihtiyacı olan güzelliklere; sevgiye, sabıra, saygıya ve umuda prim veren işlerde olmak istediğini söyleyen Günsür’le oyunculuk kariyeri ve yeni dizisi hakkında sohbet ettik.
Kariyerinizde 30 yılı bir süre önce geride bıraktınız. Hem de ne kariyer… Sizin için Türkiye’nin rakipsiz olarak en özgün aktörü diyebiliriz. Kendi yolculuğunuza nasıl bakıyorsunuz? Yolun neresindesiniz?
İltifatlarınız için çok teşekkürler. Daha öğrenecek çok şeyim var, daha yolun başında olduğumu hissediyorum. Ölene kadar öğrenciyiz aslında benim kafam biraz böyle çalışıyor.
Reklam filmleri, spor, restoran işletmeciliği ardından oyunculuk derken bir sürü şey deneme fırsatı bulmuş olmak kuşkusuz büyük bir şans, aynı zamanda da büyük bir lüks. Denemeyi bir noktada bıraktınız mı? Yoksa hala deneme cesaretiniz var mı?
Mesleğim gereği denemek asla bitmiyor. Ayrıca bende her şeye sıfırdan başlayabilmek gibi bir his de var. Evet, o yüzden denemeye devam. Dediğim gibi mesleğim de birçok şeyi denettiriyor, o da çok büyük bir şans.
İtalya’da ve Türkiye’de birçok tiyatro yapımında yer aldınız. Ben bizim ülkemizdeki tiyatro seyircisinin her şeye rağmen salonları terk etmemesini çok tebrik ediyorum. İki ülkenin tiyatro seyircisini karşılaştırmanızı istesem ne söylersiniz?
Tabii ki İtalya'da çok uzun zamandır oturmuş, kültürünün bir parçası olmuş ayrı bir yeri var tiyatronun. Her zaman değer verilmiş ve el üstünde tutulmuş. Hiçbir hükümet ya da olay da bunu engelleyememiş. Tiyatroların hepsi antik, eski ama hala gıcır gıcır. 300, 400, 500 yıllık tiyatrolar var.. Zaten İtalya'da koruma duygusu çok güçlü, yerleşik düzenden kaynaklı bir durum bu. Bizdeki koruyamama durumu ise yerleşik düzenden gelmediğimizden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Oradaki o seyirci de öyle bir seyirci. Hiçbir zaman tiyatro veya sanat için sesini yükseltmek zorunda kalmamış bir seyirci ama bu demek değil ki kimse umursamıyor. Oyunlar sold out oynanıyor. Her an seyredecek bir şey var. Büyük prodüksiyonlar da var, daha bağımsız prodüksiyonlar da var ama orada çok daha yerleşmiş ve kalıplaşmış bir tiyatro kültürü ve izleyicisi var.
Hayatınızdaki en temel inanç nedir, buna yakınlarınızı inandırmak için neler yapıyorsunuz / bu yaparsınız?
Hayatımdaki en temel inanç, sevgi. Aslında iki element, sevgi ve saygı. Çok klişe iki kelime gibi dursalar da -çünkü çok kullanılıyor-, fakat gerçekten o anlamın derinliğine inerseniz, başka bir şey olmadığını fark edeceksiniz.
Sevgi bize hayatta yön veren iki güçten bir tanesi. Diğeri de aslında korkudur. Ancak biz sevgiyle ilgileniyoruz tabii ki. Bunun yanında da saygı olması gerekiyor. Saygı, hem kendine hem de diğer insanlara, varlıklara, eşyaya, dünyaya; kendinin dışındaki her şeye saygı duymak... Eğer bu ikisi varsa o toplumun veya o insanın yolu açık oluyor çünkü sevgiyle ve saygıyla yapılmayacak iş yok.
Bir sanatçının seyircisine olduğu kadar ürettiği topluma, doğaya, hayvanlara karşı sorumluluğu vardır. Bir karakteri yaratırken veya bir projeyi okurken dünyaya bakış açınızın onu şekillendirip şekillendiremeyeceğini kontrol ediyor musun?
Evet, bu çok önemli. Etik değerlere çok önem veriyorum. Dolayısıyla neye prim verip neye prim vermek istemediğimi biliyorum. Bu dünyanın artık ihtiyacı olan güzelliklere; sevgiye, sabıra, saygıya, umuda prim veren işlerde özellikle olmak istiyorum. Tabii ki daha karamsar filmler de vardır ve birtakım karakterler sizi çok heyecanlandırır. İlla pozitif olması gerekmiyor. Karamsar filmlerde de bir umut olabilir bazen.
Bir projeyi seçerken, senaryoyu okurken, bu etik değerlere aykırı bir şey varsa zaten fark ediyorum. Bunun çok bir sınırı yok aslında geniş bir şeyden bahsediyorum. Mesela “kötüler kazanmamalı”dan bahsediyorum ya da hata yapanın devamında dersini aldığı bir şeyle karşılaması gerektiğini düşünüyorum. Her hikayenin ürettiği birtakım çıkarımlar var ve bu çıkarımların değerli olmasına gayret ediyorum aslında. Seyirciyi aptal yerine koyan hikayelerden hoşlanmıyorum.
İçgüdülerinize önem verir misiniz?
İçgüdülerime çok önem veririm ve bu da hayatta hep çok işime yaradı. Galiba altıncı hissim kuvvetli diyebilirim. Bu da güzel bir his.
Zamansız bir coolluğunuz var. Hem bir beyefendi hem rock’n roll. Kişisel stilinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Giyinmeyi seviyorum, zevkim küçüklüğümden beri hep net oldu. Neyi sevip neyi sevmediğimi, neyin bana yakışıp neyin yakışmadığını iyi biliyorum gibi geliyor. Tabii ki tamamen benimle alakalı olarak söylüyorum dışarıdan nasıl gözüktüğümü bilmiyorum. Bir rock’n roll beyefendisi güzelmiş.
Hayat bence özgür olmalı. Bu tema benim giyimime de yansıyor. Seçimlerimde de özgür olmaya çalışıyorum. Sonuçta kıyafetler de bir sanat olduğu için giyinmeyi, sanatı vücudumda taşımak gibi görüyorum. Giydiğim her şeye öyle inanılmaz dikkat de etmiyorum ama zevklerim kuvvetli.
Oynadığınız roller yüzünden mi bilmiyorum ama istediğini istediği zamanda yapan bir imajınız var. Baba olmak sizi ne kadar değiştirdi? Büyük bir sorumluluk almış olmaktan hiç korktunuz mu?
Baba olmak bir anlamda daha matematiksel bir dünyayı hayatıma soktu. Önümdeki seçeneklerin iki üç farklı versiyonunu düşünmeye başladım. Daha önce bir adım sonrasını düşünüp gerisini akışına bırakırken; belki artık üç adım sonrasını düşünüyorum. Baba olmanın bana ilk getirdiği şey, gelecekle ilgili daha farklı opsiyonlara hazır olmaya çalışmak -ki bu da bir erkek içgüdüsü açısından aslında doğal bir şey. Artık ailenin güvenliği, yemeği, korunması ön plana çıkıyor. Hatalar olabildiğince aza indirgenmeye çalışıyor. Yalnızken yaptığın hatalar hiç önemli değilken, aile olunca bu hatanın daha ağır bir sonucu olabileceği için bunları önlemek amacıyla hep ileriye dönük planlama işine giriyor insan. Bir yerden sonra da bunun dengesini buluyor. Çünkü çok plan yapmak ve sürekli geleceği bu anlamda düşünmek de iyi bir şey değil. Şimdiden kopmamak lazım. Bunun dışında baba olmak çok güzel ve genişleyerek büyümek gibi bir şey.
Disney Plus’ın yeni orijinal dizisi “Arayış”ta Emin Alper, Aslı Enver, Defne Kayalar gibi isimlerin bir araya geldiği çok iyi bir kadroyla çalışmışsınız. Dizide sizi hem bir metropol insanı olarak hem de ıssız bir adada şifacı olarak görüyoruz. Bu tekinsiz Tufan karakterine nasıl hazırlandınız?
Tufan için önce yazılan şeyi anlamaya çalıştım. Yazılan şeyler kafanıza oturuyorsa onun üzerine bir takım şeyler kurmaya başlıyorsunuz ama yazılan şeyler de kafanıza yatmayan yerler varsa o bütün akışı bozabiliyor. O yüzden Tufan’ı önce okuyarak anlamaya çalıştım. Sonra kendimden de bir şeyler ekledim. Kendi kafamda çizdiğim Tufanla kağıt üzerindekini biraz karıştırdım diyebilirim. Tabii Emin Alperle de karakter üzerine çok konuştuk.
“Arayış”ta sizi cezbeden şey neydi?
Tarihteki bu kültler, klanlar, topluluklar ve onların karizmatik liderleri hep ilgimi çekmiştir. Hikayelerine baktığımızda da aslında pek çoğunun karanlık insanlar olduklarını görüyoruz. En başında bazı güçleri ve özellikleri ile ön plana çıkmalarına rağmen bir yerden sonra karanlık tarafa geçiyorlar. Bunun çok örneği var. O yüzden senaryo ilk geldiğinde ve karakterin karanlık bir tarafı olduğunu anladığımda çok heyecanlandım. Çünkü bu ilk başta açıkça görünen bir karanlık değil; yavaş yavaş tanıdıkça gördüğümüz bir karanlık. Aslında bir yandan da söylediği bazı şeylere inanılmaz hak veriyoruz. Bu anlamda bizi de bazen ikilemde bırakabiliyor.
Böyle kuvvetli, karizmatik bir karakteri oynama fikri her oyuncuyu heyecanlandırır ama böyle bir ilgi alanım olduğu için beni özellikle cezbetti. E tabi castı ve Emin Alper’in yöneteceğini duyunca da ekstra heyecanlandım.
Metropolde yaşamak hakkında ne düşünüyorsunuz? Şehir her birimizi gerçekten de çok bunaltmıyor mu?
Şehir hayatının bizi bunalttığına katılıyorum fakat ben de şehirde doğmuş, büyümüş biri olarak şehirlerin de bir şekilde bize ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Ben bolca doğa, az dozda da şehir yaşamı dengesine inanıyorum. Çocuklu olunca tabii şehir yaşamının size ve çocuklara sunduğu farklı avantajlar oluyor. En çok da sosyalleşme anlamında. Mesela çocukların arkadaşları şehirde yaşıyor, okulları şehirde gibi...
Şifaya inanır mısınız? Kendi hayatınızda şifa arar mısınız?
Şifaya çok inanırım çünkü hayatımda hem kendi üzerimde hem de yakınlarımın üzerinde çok kez şahit oldum. Bu evrende bilmediğimiz adını koyamadığımız çok fazla şey var ama bu onların olmadığı anlamına gelmiyor. Enerjilerin çok kuvvetli ve çok çeşitli olduğuna inanıyorum.
Genel Yayın Yönetmeni: Selim Can Çelik & İrem Bakić
Dijital İçerik Direktörü: Gökhan Oğuz Ünal
Yayın Direktörü: Ebubekir Elkatmış
Fotoğraf: Deniz Özgün
Fotoğraf Asistanları: Sercan İncesu, Gökhan Kahraman, Nurullah Cüni
Styling: Muhammet Bozkurt
Styling Asistanı: Dilara Işık
Saç & Makyaj: @artistfoundationgalata
Prodüksiyon: Müge Sarıoğlu
Prodüksiyon Asistanı: Cerennur Kara
Comments