top of page

Kusursuzluğu Ararken

Yazarın fotoğrafı: MagnetQuarterlyMagnetQuarterly


Seçkin Pirim, Dr. Ayşegül Çoruhlu, Sevil Dolmacı, Gamze Cizreli ve Polat Uyal... Her biri alanında parmakla gösterilen, kariyerlerinin zirvesindeki bu profesyonel isimlerin pek de bilinmeyen bir ortak yanı daha var; hepsi yaptıkları işte kusursuzluğu ararken bir noktada kaçınılmaz olarak kusurların değerini keşfetmiş.

Full look: Louis Vuitton


Heykel ve tasarım alanında birçok ödüle sahip olan, yapıtları yurtiçi ve yurtdışında birçok özel koleksiyon ve müzede sergilenen Seçkin Pirim, son dönemlerde kusursuzluk arayışından vazgeçip kusurla kusursuzluğu aynı anda içinde barındıran işlere odaklandığını söylüyor.


Kariyerinize kişisel ve karma sergilerin yanı sıra birçok ilk ve ödül sığdırdınız. Kendinizi ve yeteneklerinizi ilk olarak nasıl keşfettiniz? Heykeltıraş olmak istediğinizi ne zaman anladınız?


Hep kendimle ilgili kurduğum bir cümle var; Ankara’da doğdum, ama aslında Kuzguncuk’ta dünyaya geldim diyorum. Ben altı aylıkken Kuzguncuk’a gelmişiz ve yerleşmişiz. Kuzguncuk’u bilen bilir; birçok heykeltıraşın, ressamın, şairin, mimarın yaşadığı bir semt. Orada atölyelere girip çıkıp çıraklık yaparak başladı aslında her şey... Şöyle klişe bir şey de var ki hakikaten resim yapmayı çok severmişim hatta çocukken annem beni sokağa çıkarmaya çalışırmış çünkü hep evde resim yaparmışım. Kuzguncuk’ta atölyelerde kapılar hep açık tabii; içeride resim yapan, heykel yapan ustalara duyduğum merakla ve biraz da özenmeyle başladı her şey. Ama başından beri -o yaştan itibaren resim yapıyor olsam da- ben hep heykeltıraş olmak istiyordum. Sonra da başka hiçbir şey olmak istemedim hayatımda. Sonrasında da zaten güzel sanatlar lisesini kazandım. Orada resim eğitimi, sonra da Mimar Sinan Üniversitesi Heykel bölümüyle devam etti.


Bugüne kadar genç sanatçılara destek vermek amacıyla çeşitli işbirlikleri yaptınız. Genç sanatçıların özellikle hangi konularda desteğe ihtiyacı var?


Ben de çocukluktan beri biraz usta-çırak ilişkisiyle büyüdüğüm için el vermenin, desteğin ne demek olduğunu gayet iyi biliyorum. Yaklaşık üç yıl evvel bir “artist talk” yapmıştık Eskişehir’de ve oradaki üniversitede güzel sanatlar okuyan öğrenciler geldiler. Konuşmanın sonunda onlarla biraz daha vakit geçirdik ve hepsi aslında bildiğimiz klasik sorunları ortaya döktüler; malzeme alamadıklarını, bazılarının kiralarını çok zor ödediklerini, bütün bunlar olurken sanat üretmek konusunda da kafalarının tabii ki çok rahat olmadığını konuştuk. Zaman zaman bazı markalar işbirliği yapmayı teklif ediyor. Ben bunları genelde kabul etmiyorum çünkü açıkçası vaktim yok fakat o gün sadece bu gençler için buna benzer işbirliklerini kabul etmeye ve buradan gelen kazancı onlara göndermeye karar verdim. O gün bugündür de bu tür işleri sadece bu gençler için yapıyorum ve onlara bu anlamda maddi destek sağlamaya çalışıyorum. Aynı zamanda tabii ki manevi destek de olmaya çalışıyorum; istedikleri zaman atölyeye gelip tartışabiliriz, konuşabiliriz. Ayrıca işlerini de paylaşıyorlar. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.


Son olarak Louis Vuitton İstinyePark mağazasını tasarlayarak bir ilke imza attınız. Damier deseninden ilham alan ve Türk limra taşı kullanılarak yapılan amorf formlu dış cephe, aslında kusurların kusursuzluğuna örnek niteliğinde diyebilir miyiz?


Louis Vuitton binasına bir cephe yapmak benim için gerçekten heyecanlı bir süreçti. Aslında ilk başta bize bir cephe tasarlar mısın dediklerinde, “Ben cephe tasarlamam, size içine girilebilecek bir heykel yaparım” demiştim. Sonunda da gerçekten bitmiş bir heykel gibi oldu yani içinden binayı çekip çıkarsak ben onu kendi heykelim diye sergileyebilirim. Bu projeyi olabildiğince üç boyutlu bir heykel şeklinde düşündüm. Onlar için de çok heyecanlı bir süreçti çünkü bir sanatçıya komple bir binayı teslim ettikleri ilk işlerden biriydi ama onlar da gayet memnun sonuçtan. Tasarım aslında bir Damier deseninden ilhamla başlıyor ama benim son zamanlarda yaptığım seriyle de uyum içerisinde... Parçalanmış formlarla başlayıp sonunda bir bütüne varan serinin bu desenle çok uyuştuğunu düşünerek bu seriden bir iş yapmak istedim. Bu topraklardan çıkmış bir doğal taş kullanma fikri de geçmişle gelecek arasında bir bağ kurmak adına, burasıyla o global markayı birleştirme düşüncesinden ortaya çıktı. Kusursuzluğun cevabını aslında izleyiciler daha iyi verebilir diye düşünüyorum ama benim için kusursuzluk önemli bir kelime... Bütün işlerimde kusursuz olma halini kullanmaya özen gösteriyorum ama tabii ki kusursuzluğa ulaşma hissi zaman zaman stresli bir durum yaratabiliyor. Bazen de bunun beni çıkmaza sokmasını istemediğim için kusurlu işler yapmayı tercih ediyorum. Yani aslında ikisi arasındaki dengeyi bu anlamda kurmayı deniyorum.

Uzun zamandır bu sektöre emek vermiş biri olarak dijitalleşmenin sanat üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Sanat tarihine baktığımız zaman teknolojik gelişmelerin sanatla paralel yürüdüğünü, sanatçıların bunları kendi alanı içinde hem ilham hem de materyal olarak kullanmak adına dönüştürdüğünü görüyoruz. Ben de farklı malzemeler kullanmayı seven bir heykeltıraş olarak dijitalleşme sürecindeki olanakları nasıl kullanabileceğime elbette kafa yoruyorum. Bu durum nereye evrilir, onu bilmiyorum. NFT’ler sanat dünyasında ciddi bir yer almaya başladı ama ben bunlara biraz mesafeli yaklaşmayı tercih ediyorum. Bir şeyi asla sadece yapmış olmak için yapmadım. O yüzden de gerçekten içime sindirdikten sonra hayata geçirmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum.


Size göre başarının formülü nedir? Kusursuzluğu bu formülün neresine koyardınız?


Açıkçası kendi adıma başarının formülü nedir, bunu net bir şekilde tanımlayamam. Ama bence en önemli kısımlarından biri disiplin. Ben haftanın yedi gününü atölyede geçiren biriyim. Bu anlamda bu disipline ve çalışma temposuna çok önem veriyorum. Onun dışında dünyada ve sanat dünyasında neler olup bittiğini çok iyi izlemek gerektiğini düşünüyorum. Kusursuzluk insanı birazcık strese sokan bir kelime. Sanat kusursuz olmalı mı ya da kusurlu olan bir şey kusursuzluğu tarif edebilir mi? Bu soruları ben de halen düşünüp tartıyorum. Bence disiplin bu formülün en önemli yapıtaşlarından biri... İlk başlarda kusursuz işler yapma arayışı bende de vardı ama bunun getirdiği sıkışmışlık ve stres durumu bir süre sonra rahatsız edici olmaya başladı. O yüzden bu kusursuz olma durumunu bozmak üzerine yeni işler yaptım. Son dönemde, kusurla kusursuzluğu aynı anda içinde barındıran işleri içeren bir seriye doğru gittim. LV binasının cephesi biraz da bunu gördüğümüz bir proje; kusursuz formlarla başlayan ve yavaşça kusursuzluktan kusura dönen bir forma akan bir bütünün heykeli o aslında...

Tulum: Vakko by Peserico, Deri kemer: Vakko, Çizme: Stuart Weitzman, Vakko


“Hücresel olarak sağlıklı olmak, gençliğin ve uzun yaşamın ilk adımıdır” diyen Dr. Ayşegül Çoruhlu, anti-aging ve uzun yaşam yaklaşımlarını Türkiye’de ilk uygulayan hekimlerden... Çoruhlu, kariyeri boyunca hücresel yaşlanmayı anlamak ve onu durdurmak için çalıştığını söylüyor.


Doktorluk ve biyokimya uzmanlığının yanı sıra sağlık konusunda çok satan kitapların da yazarısınız. Aynı zamanda Türkiye’de kişiye özel hormon testi, genetik ve anti-aging testlerini ilk uygulayan kişilerdensiniz. Başarılarla dolu kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz?


Tıbbın her ihtisas dalı kıymetlidir. İhtisasınız size bir konuda derin uzmanlaşma sağlar. Biyokimya uzmanlığı yapmış olmam bana, hücresel düzeydeki tüm işleyişleri anlamada diğer branşlardan daha ileri bir eğitim sağladı. Hücre biyokimyası ve vücudun tüm biyokimyasını iyi bilmem sayesinde sağlık ve hastalık kavramına bakış açım değişti. En sağlıklı hücresel halimizin ne olduğunu bilmek, hastalanmaya giden yoldaki değişikleri erken ölçebilmemi sağladı. Yirmi yıl önce bu yaklaşım azdı. Oysa şimdi tüm branşlar hastaya yaklaşımlarına daha fazla biyokimya bilgisi katarak ilerliyorlar. Hangi hastalık olursa olsun, işin içinde o hastalığa ait hücresel biyokimyasal değişiklikler oluyor ve elbette tüm hekimler için biyokimya çok önemli bir noktaya geldi. Ben uzmanlığım bu olduğu için erken yol aldım. Başlangıçtan beri hastalıktan çok, uzun yaşam ve yaşlanmayı engelleme üzerine çalıştım. Bunu ölçmek için özel testler kullandım. Bu konuyla ilgili yurtdışında eğitimler aldım. Benim için tüm kariyer yolculuğumun özeti, hücresel yaşlanmayı anlamak ve onu durdurmak için çalışmak üzerine. Motivasyonumu buradan alıyorum. Bu konular üzerine beş kitabım var. Temelde beslenme gibi gözükse de asıl konu beslenmemiz ve hücre biyokimyamız arasındaki ilişkidir.


Bir röportajınızda wellbeing’i “cellbeing” olarak değiştirmeye çalışıyorum demiştiniz. Nedir cellbeing? Bunu biraz açar mısınız?


Gerçek sağlık, tek bir hücredeki sağlıktır. Wellbeing genel olarak iyi olma halini anlatır. Ancak “cellbeing” yani “cellular wellbeing”, gerçek hücresel iyilik halidir. Mesela CRP denen inflamasyonu gösteren test sonucunuz 1’den büyükse, siz wellbeing halinde olabilirsiniz ama cellbeing halinde olamazsınız. Çünkü hücrelerinizde inflamasyon vardır, içerde bir şeyler ters gidiyordur. Aynı yaklaşım tüm testleriniz için geçerli. Ayrıca testlerinizin normal aralıklarda olması sizi sağlıklı yapmaz. İdeal olan o değerinizin en genç, en sağlıklıyken olması gereken değerde olmasıdır. Mesela açlık insülini 10 ise bu da referans aralıklarına göre normal gözükür; oysa genç, sağlıklı, ideal hücrede 5 ve altı olmalıdır. İşte cellbeing bu seviyede bir sağlıklılıktan bahseder.

Sürdürülebilir yeme alışkanlıkları nasıl geliştirilir? Sirkadiyen beslenmeyi diğer diyetlerden ayıran temel özellikler nelerdir?


Sirkadiyen beslenme zaten mevcut olan en sürdürülebilir beslenmedir. Sağlıklı beslenme konusundaki başarısızlıkta en önemli faktör yeme saatlerimizdeki hatadır. Oysa biz kalori sayarız. Kalori saymak artık geçerliliğini yitirmiş bir kavramdır. Beslenmede iki temel kural vardır: 1. Yerken tabağına bak: Sağlıklı, gerçek yiyecekler mi yiyorsun? 2. Yerken saate bak: Sirkadiyen iç saatine uyan zamanlarda mı yiyorsun? İşte bu iki soruya verdiğiniz cevaplar doğruysa, sağlıklı beslenmeyi hayat boyu sürdürebilirsiniz. İlk soruda cevap işlenmemiş, bitkisel ağırlıklı besinlerin tabakta çok olduğunu görmektir. İkinci soruya cevap, akşam olabilen en erken saatte akşam yemeğini bitirmiş olmaktır. İdeal olan akşam 17’de yemek faslını bitirmektir. Bu iki kural hem kilo kaybetmek isteyenler, hem hastalıkları varsa onları hafifletmek isteyenler, hem de yaşlanmayı yavaşlatmak isteyenler için geçerlidir.


Size göre başarının formülü nedir? Kusursuzluğu bu formülün neresine koyardınız?


Bence amacın başarı olmaması, başarının formülü. Hedef, süreç olmalı. O süreçte yaptığınız işten aldığınız haz, başarının garantisidir. Haz nedir onu açmak istersem, işten alınan haz bir tür hevesli olma, bir tür coşku halidir. İşini yaparken zamanı unutma halidir. Bu hislerle yapılan iş, insana iş gibi gelmez ve başarı zaten gelir. “Sıkılma” duygusuna yer vermeyip hep heves duygusunu içimizde tutabiliyorsak ve biraz da aynı konuya odaklı kalabilecek disipline sahipsek, başarıyı garanti görüyorum. Kusursuzluk ise en az önemsediğim konu. Ben hep yaptığım işin veya bildiğim konuların kusurunu arıyorum. Kusur olmadığını düşünsem merakım ölür. Kusursuzluk değil, kusurluluğa rağmen daha iyi olma hevesimi koruyabiliyorsam bu yeterli. Zaten kusursuzluk göreceli. Mesela bir konuda bilgim 10 üzerinde 9 olsun, hala eksik 1 puanım vardır. Ama o konuda başkalarının bilgi düzeyi zaten belki 3’tür. Yani ben 9 iken 3’lere kusursuz görünüyorken, kendime kusurlu görünüyorumdur. O yüzden bu göreceli bir durum. Benim kuralım; hevesimi, coşkumu kaybetmemektir. Bu varsa sürekli ilerler, kendim için kusursuz olacak noktaya da gelirim, başkası için değil. Kusursuz olmadığım o küçük yüzde için de kendi kusuruma bakmıyorum.


Gömlek: Simone Rocha / V2K Deri şort, blazer ceket, kemer: Kendisine ait


Türkiye’nin ilk sanat danışmanlığı şirketini kuran ve uzun yıllardır ülkemizin önemli sanat koleksiyonlarına danışmanlık hizmeti sunan Sevil Dolmacı, profesyonel hayatta kusursuzluğu “samimiyetle kendin olabilmek” olarak tanımlıyor.


Akademisyenlikten sanat danışmanlığına uzanan bir kariyeriniz var. Ayrıca Türkiye’nin ilk sanat danışmanlığı şirketini kurdunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?


Şimdi bakıyorum da akademisyenlikten sanat danışmanlığına geçiş yapmak oldukça cesur bir kararmış. Üniversite ortamı kendi içinde iddialı ve çekişmeli olsa da sanat piyasası ciddi bir savaşa girmek anlamına geliyormuş. Bunu, bugünkü tecrübelerime istinaden söylüyorum. Bu kadar çetin bir ortam olduğunu bilseydim, eminim bu kararı almakta zorlanırdım. Kariyerim boyunca asıl okul olarak nitelendirebileceğim yer kuşkusuz Demsa Koleksiyon oldu. İlk kez orada sanatın pazarla olan yakın, sıcak hatta yakıcı ilişkisini keşfedip deneyledim. Türkiye’de ve uluslararası platformda sanat pazarını ve ilişkileri öğrendim, bunları sanat tarihi bilgimle birleştirdiğimde kariyerimde kısa zamanda iyi bir ivme yakaladım. 2015 yılında, özellikle Amerika’da sanat danışmanlık şirketlerinin yükselişi ve ciddi rakamlara büyük şirketlere satışının gerçekleşmiş olması, bana kendi danışmanlık şirketimi kurmam için motivasyon oldu. Aynı yıl Sevil Dolmacı Sanat Yatırım ve Danışmanlık Şirketi’ni kurdum. Bugün danışmanlığın yanı sıra “Art Residency” Programı ve Galeri’yi de bünyesinde barındıran ve otuz kişilik bir ekiple hizmet veren bir yapıya dönüştü.


Sanat ve kusursuzluk kavramını nasıl ilişkilendirirsiniz? Size göre kusursuz bir sanat eseri mümkün müdür?


Bana göre sanat ve kusursuzluk kavramları yan yana gelirken konu biraz açılmalı... Sanatın kendisi 20. yüzyıldan sonra kusurlara odaklandı diyebiliriz. Toplumun çirkin, eksik ve problemli yanları ele alındı. Sonrasında sanata dair her şey daha serbest bir dil benimsedi ve estetik kaygılardan uzaklaştı. Ancak sanatla ilgilenen profesyoneller, sanatçılar ve sanatseverler sanatın onlara verdiği görgü, bilgi ve vizyonla zamanla kusursuz olma kaygısı içinde olan birer bireye dönüşebiliyor. Bana göre, sanat olarak değerlendirebileceğimiz eserlerin hepsi kusursuz ki bugün onları görmek ve onlar hakkında bilgi sahibi olmak için çaba sarf ediyoruz. Dönemi içinde yenilikçi ancak izleyenle kurduğu ilişki tüm zamanlar için olabilen her şey kusursuz diye düşünüyorum. Bunun dışında benim sahip olmak istediğim sanat eseri nedir diye soracak olursanız Cy Twombly’nin tüm eserleri diyebilirim.


Dijitalleşmeyle gelen değişimlerden biri de online müzayedeler. Dünyanın önde gelen müzayede evleri online platformlarda rekor fiyatlara satışlar gerçekleştiriyor. Bu aynı zamanda kredibilite, siber dolandırıcılık gibi zorlukları da beraberinde getiriyor. Bu yeni dünyanın kolay ve zor yanları neler?


Dijitalleşme, sanatın pek çok açıdan ivme kazanmasını sağladı. Sanatın daha geniş kitlelere açılmasına aracılık etti. Sanatçılar daha görünür oldu. Alıcı profili değişti, genç kuşak aktif hale geldi. Fiyatlar görünür oldu. Daha şeffaf bir ortam oluştu. Ancak siber dolandırıcılık, sanatı hiç bilmeyenlerin işin içine girmesi, orijinallik ve kondisyon ile ilgili problemli olayların artışı kaçınılmaz oldu. Güvenilir kurumların ve referansların önemi arttı.

Türkiye’nin çağdaş sanattaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?


İstanbul, tüm dünyanın ilgiyle izlediği bir şehir. Çağdaş sanat alanında uluslararası ölçekte işler üreten sanatçılarımız var. İstanbul Bienali hatırı sayılır, prestijli bir bienal. Saha Derneği önemli. Yurtdışından sanatçılar, İstanbul’u ilham verici olarak tanımlıyor ve buraya gelmek istiyor. Belki 2008 yılında olduğu gibi tüm büyük galerilerin gelip ofis açmak istedikleri bir yer değil, ancak tüm dünyada dengeler değişmekte. Çok ilginçtir ki Katar, Dubai, Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan ve Kazakistan bugünlerde Türk sanatçılara ve Türk profesyoneline ilginin arttığı yerler; Türkiye bu anlamda yeni yükselen bir değer. Belki de buradan hareketle Avrupa ve Amerika’nın da ilgisini çekecek büyük bir pazar yaratılabilir.


Size göre başarının formülü nedir? Kusursuzluğu bu formülün neresine koyardınız?


Başarının tek bir formülü var; çok çalışmak. Kusursuzluk ise bu süreçte doğru bildiğiniz sistem ve stratejilerden taviz vermeden işinizi hayal ettiğiniz biçimde ortaya koyabilmek. Özgün olabilmek. Yenilikçi olmak. Dünyalı olmak. Samimi olmak. Yeni kusursuzluk kavramı kısaca “samimiyetle kendin olabilmek”.


Deri elbise, çizme: Massimo Dutti, Yüzük: Mtoy by Müge Toy


BigChefs’i kurmasıyla tanınan girişimci ve iş insanı Gamze Cizreli, kariyer yolculuğunda köklerinin çok büyük bir etkisi olduğunu söylüyor. Cizreli’ye göre, mükemmel bir organizasyonun omurgası, kusursuzluk değil uyum ve ekip çalışması...


1994 yılında sektör değiştirerek restoran işletmeciliği kariyerinize adım attınız. Bu köklü değişime nasıl karar verdiniz?


Ben Diyarbakır kökenli bir ailenin kızıyım. Çocukluğumun, anılarımın çoğunu da Diyarbakır oluşturuyor. Büyük ve kalabalık sofraların kurulduğu, Mezopotamya’ya özgü lezzetli yemeklerin piştiği, derin sohbetlerin edildiği sıcak bir sosyal çevrede yetiştim. Dolayısıyla şimdi yaptığım işlerin, hedeflediklerimin, hassasiyet duyduğum meselelerin üzerinde büyük etkileri var köklerimin. 1991 yılında ODTÜ İşletme bölümünden mezun oldum. Babamın en büyük arzusu, kamuda çalışmam veya bürokrat olmamdı ve büyük ölçüde ailemin yönlendirmesiyle mezuniyet sonrasında savunma sanayisinde göreve başladım. Şartlar çok iyi olmasına rağmen mutlu değilim. “Bu benim gerçekten yapmak istediğim şey mi?”, “Bir şirketin genel müdür olsam bana ne kazandıracak?” gibi sorular kafamda dönüp duruyordu. Kendime verdiğim cevaplar, bir şeyleri terk edip yeni bir yola girmek yönündeydi. Aklımda da hep yiyecek içecek, gastronomi sektörü vardı. Türkiye’de bu alanda henüz denenmemiş, dünya standartlarında işler yapmak istiyordum. Denemek, deneyim kazanmak ve bu işin bana gerçekten uygun olup olmadığını anlamak için son 6-7 ay bir restoranda akşam vardiyasında çalıştım. Garsonluk da yaptım, hosteslik de... Üçüncü yılın sonunda savunma sanayisindeki kariyerimi bırakarak hayallerime yöneldim ve yeme-içme sektöründeki yolculuğum böylece başlamış oldu. Önce Ankara’da eski ortağımla Cafemiz, Kuki, Quick China gibi yiyecek-içecek markaları yarattım. 2007 yılında da tek başıma, tamamı banka kredisi ve ileriye dönük borçlanma ile BigChefs’i kurdum.


Bugüne kadar en gurur duyduğunuz projeniz hangisi?


BigChefs bir kadın girişimi ve “kadın dostu” bir marka. Her aşamada kadın meselesini öncelikli konularımızdan biri olarak kabul ediyoruz. Cinsiyet eşitliğini gerek kurum içinde gerekse organizasyonel süreçlerimizde marka kültürümüzü oluşturan bir temel değer olarak konumlandırıyoruz. Diğer yandan BigChefs olarak, geçmişten bugüne yerel tarımı ve organik üretimi destekleyerek hem lezzet kalitemizi hem de yerel lezzetlerimizi koruyup geliştiriyoruz. Böylece kültürel değerimiz olan Türk mutfağının sürekliliğini sağlıyoruz. Ayrıca bütün Anadolu’yu dolaşmış, Anadolu’nun üreten kadınlarıyla sohbet etmiş, onları yaşadıkları coğrafyalarda anlamaya çalışmış biri olarak, 2010 yılından beri kadınları istihdama daha çok nasıl dahil edebiliriz diye çalışıyorum. Kadını tedarik zincirine dahil etmenin önemini çok çok iyi biliyorum. İşte tüm bu değerleri bir araya getiren ve 2018 yılında hayata geçirdiğimiz “Toprağın Kadınlarından Sofralara” projemizin gurur duyduğum projelerimizin başında geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Projemiz, ilk etapta 14 kadınla başladı ve bugün 120 kişiye ulaştı. Konvansiyonel metotlara göre tedarik anlamında çok daha maliyetli olmasına karşın, ürünlerimizin önemli bir bölümünü yerelde kendi imkânlarıyla üretim yapan kadınlardan sağlıyoruz. Bu inisiyatifle amacımız; tedarikimizin önemli bir bölümünü yereldeki kadın üreticilerimizden karşılamak, onların ekonomik kalkınmasına destek olmak, bunu yaparken de BigChefs’te doğal ve sağlıklı ürünlerle hazırlanan lezzetlerimizi misafirlerimize sunabilmekti.


Birçok kez “Yılın Kadın Girişimcisi” seçilmiş biri olarak kariyer değiştirmek isteyen ama cesaret edemeyen insanlara nasıl bir tavsiyede bulunurdunuz?


Kariyerim boyunca ölçülebilen faktörleri hesaba katmayı ve çok çalışmayı hiçbir zaman elden bırakmadım. Girişimcilik yolunda karşıma çıkan engelleri, bu zorlukları nasıl aştığımı, inovasyonu takip ederek proaktif bir yaklaşımla başarı kazanmayı, böylece sektörde de öncü rol üstlenmeyi anlatmaya çalıştım. Ben anlam arayışının olmadığı, tutkunun değil yalnızca paranın izlendiği bir yolu doğrusu gerçekçi bulmuyorum. Başarı bu şekilde yakalanmıyor. Üstelik ister teknoloji şirketi ister restoran kurun, çıraklığını yapmadığınız bir işin ustası olabileceğinize de inanmıyorum. Dünya, ilk adımı atmaktan korkan yalnız insanlarla dolu. Kariyer değişikliği yapmak isteyenler her şeyden önce dünyanın böyle bir gerçekliği olduğunu unutmasınlar. İlk adımı atmaktan asla korkmasınlar ve daha da önemlisi o adımı atsınlar. Cesaret, başarının anahtar kelimesi. Kimi zaman başarısızlıklar da yaşanabilir. Bazen yollarını kaybedebilirler. Pek çok kırılma noktası olabilir. Başarıyı da başarısızlığı da sahiplensinler. Pes etmeden, inançla, cesaretle yürünen bir yolun günün sonunda hedefe varması kaçınılmaz. Yeter ki kendilerini gözlemleyip iyi tanısınlar, içlerindeki süper gücü keşfetsinler, ne istediklerini ya da ne istemediklerini çok iyi bilsinler ve kendilerine yönelik inançlarını tek bir an bile kaybetmesinler.

Size göre başarının formülü nedir? Kusursuzluğu bu formülün neresine koyardınız?


Elbette yapıcı hırs, sürdürülebilir büyüme anlayışı, katma değer üretmek gibi kavramlar çok kıymetli fakat paylaşımcı olmak, empati, insana ve duyguya yatırım yapmak gibi insanı insan yapan niteliklerin kıymeti asla unutulmamalı. Başarı bu iki kanadın uyumuyla uçmayı deneme cüretiyle ortaya çıkıyor. “Hayat bir hız treni gibidir, asla kusursuz gitmez” der, çok sevdiğim Patti Smith. Muhteşem anlarınız da olacak, çok sert zamanlarınız da. Önemli olan kusurları da kabullenip kendi değer birimlerinizi yaratabilmeniz ve ilerlemeniz…


Kalabalık bir ekibi yöneten biri olarak mükemmellik ve kusursuzluğu birbirinden nasıl ayırt edersiniz?


Yukarı da bahsettiğim gibi güzellik dediğimiz estetik değer bile kusurlarla var. Evren dahi kusursuzlukla işlemiyor, uyumla işliyor. Mükemmelliği ortaya çıkaran işte bu uyum. Ekip çalışması, birbirini tamamlayan insanların ortak bir hedefe ulaşmak için birlikte yürüttükleri uyum tabanlı bir süreç bildiğiniz gibi. Bu sürecin hakkıyla ilerlemesi bireylerin yeniye ve yenilikçiliğe teşvik edilmesi, işlerinin gerektirdiği donanımı güncel tutmaya ikna edilmesi, paylaşım kültürüne ve çok sesliliğe izin verilmesi, moral ve motivasyonun süreğen biçimde yüksek tutulması, özgüven duygusunun ve kişiler arası iletişimin ideal biçimde sürdürülmesi ile mümkün oluyor. Mükemmel bir organizasyonun omurgası, kusursuzluk değil uyumdur diyorum özetle…


Full look: Kendisine ait


Beymen Grup Satınalma ve Ürün Grup Başkanı Polat Uyal, sadece Türkiye’nin değil dünyanın en önemli giyim liderleri arasında gösteriliyor. 26 yıldır “Beymenli” olan Uyal, profesyonel hayatta mükemmelliği “yapılan işin en iyisini, fark yaratarak yapmak” olarak tanımlıyor.


Beymen denince akla gelen ilk isimlerden birisiniz. Beymen’deki serüveniniz nasıl başladı?


Her şey Beymen’in verdiği bir gazete ilanı ile başladı. Bu sektörde çalışmak istediğimden ötürü ilana başvurmuştum ve 1995 yılında ürün asistanı olarak Beymen’e kabul edilmiştim. Ve işte buradayım.


Beymen ve Boyner CMO’luğunun yanı sıra Balmain ve Pal Zileri markalarında da yönetim kurulu üyesiydiniz. Bu kadar farklı detaya hâkim biri olarak sizce global ve lokal giyim alışkanlıkları farklılık gösteriyor mu?


Global ve lokal giyim alışkanlıkları yıllarla birlikte birbirine daha fazla yaklaştı. Bunun başlıca sebeplerinden biri, yaşam tarzlarımızın teknoloji ile birlikte değişmesi... Ayrıca sosyal medyanın etkisiyle farklılıklar azalarak alışkanlıklar daha globalleşiyor.


Lüks deneyim kavramı her yeni jenerasyonla farklı bir yere evriliyor. Beymen olarak sürekli değişen bu kavram ve trendleri nasıl değerlendiriyor ve karşılık veriyorsunuz?


Aslında konu sadece jenerasyonların farklı bir yere evrilmesi değil, daha önce de değindiğim gibi teknolojinin etkisiyle birlikte değişen yaşam tarzlarını çok sıkı takip ederek yani hep güncel kalarak karşılık veriyoruz. Bunun için de gerek ürün gerek hizmet anlamında kendimizi sürekli yenileyerek zamana ayak uyduruyoruz.


Size göre başarının formülü nedir? Kusursuzluğu bu formülün neresine koyardınız?


Benim için başarının formülü istemektir. Bunun ötesinde de en iyi olmak isteğidir. Kusursuzluk da burada devreye giriyor.


Satınalma ve üretimden sorumlu geniş bir ekibi yöneten biri olarak mükemmellik ve kusursuzluğu birbirinden nasıl ayırt ediyorsunuz?


Aslında ikisinin de geniş kavramlar olduğunu ve kişiye göre değiştiğini düşünüyorum. Her kusursuz şey mükemmel olmayabilir mesela... Mükemmellik bana göre, yaptığın işin en iyisini, fark yaratarak yapmaktır. Tıpkı bir sanat eseri gibi...



FOTOĞRAF: MEMET EROL

FOTOĞRAF ASİSTANI: MELİS ALBAYRAK, MUSTAFA BERBER, SEMİH SUNMAZ STYLING: SEDA DESOVALI

STYLING ASİSTANI: FİKRİ YÜZBAŞIOĞLU

MAKYAJ: ERDEM YILDIZ

SAÇ: ENGİN AKTAŞ

PRODÜKSİYON: MÜGE SARIOĞLU

PRODÜKSİYON ASİSTANI: YASEMİN YILDIRIMGEÇ



Comments


bottom of page