Dünyayı değiştiren ve dönemleri belirleyen unsurların başında mimari çalışmalar gelir. Her dönemin kendine has stili, detayı ve malzemeleri vardır. Mimari eğitimi olmayan kişiler bile detaylarına bakarak gördükleri bir binanın ya da tasarımın hangi yıllara ya da döneme ait olduğunu tahmin edebilirler.
Gördüğümüz bir yapıda sürme pencereler, cumbalar, asimetrik formlar ve kırık çatılı, canlı renkli detaylar varsa, yapının “Viktoryen” döneme ait olduğunu biliriz. Ya da kemerleri, avluları, iç mekâna yönelik tasarımları ve ışık geçirimini sağlayan oluklu yüzeyleri varsa, İslam mimarisine ait olduğunu anlarız. Mimari ya da tasarımda algı öncelikle görsellikle başlar. Yaşadığımız dönemin içinde hâlâ etkilerini sürdüren ve 20. yüzyılın başlarında başlayan, modern mimari ya da modernizm olarak adlandırılan döneme gelindiğinde ise yalınlığın ön planda olduğu, yapıda kullanılan malzemelerin gizlenmektense görüldüğü, cam ve doğal ışık kullanımını görüyoruz.
Modern mimarinin şekillenmesinde ise devrim niteliğinde adımlar atan ve eserler bırakan Le Corbusier, yirminci yüzyılın en önemli mimarları arasında yer alıyor. Mimarlık dışında kitap yazdı, resim yaptı, mobilya tasarladı. Le Corbusier olarak bilinen Charles-Edouard Jeanneret, mobilya tasarımlarında, çok ünlü bir mimar olan kuzeni Pierre Jeanneret ve ilk başta çalışmayı reddettiği ama “Bar Sous Le Toit” (Tavan arasındaki bar) tasarımı ile dikkatini çeken Charlotte Perriand ile işbirliği yaptı. Amerikan ofis mobilyaları, belirli bir tarzı olmayan parçalar, standartlaşmış, fonksiyonel ve pratik olarak tanımlanabilecek eşyalar; Le Corbusier projelerinin iç mekânlarında bu tarz objelerin fonksiyonelliğe yaklaşımını benimsemeyi ve estetik kaygının yeniden keşfedilmiş fonksiyonellikle kendini göstermesini ister. Genel olarak projelerinde yakaladığı farklı ve modern yaklaşımı istediği şekilde iç mekânlara taşıyamayan Corbusier, Perriand’ın “Bar Sous Le Toit” projesinde aradığı modern yaklaşımda bakış açısını kendisininkine benzetir. Bu üçlünün yaptığı çalışmalar tüm dünyada tanınacak, yıllarca üretilecek ve kullanılacak modern klasik mobilyalara dönüşür.
Tasarım, sınırları olmayan yaratma ve geliştirme sürecidir. Aynı tasarım anlayışı ile çalışan ekip olmak oldukça zordur. Corbusier, sandalyelerin genel biçimlerini tanımlarken ve tasarımı yönlendirirken, Perriand ve Jeanneret detayları, üretimi ve asıl tasarımı yaptı. Her biri iddialı kişiliklere sahip Le Corbusier, Pierre Jeanneret ve Charlotte Perriand zoru başardı. Bu arkadaşlığın ve ortaklığın ortaya çıkardığı tasarımlarla adlarını dünya tasarım tarihine yazdırdılar.
Perriand, 1927’den 1937’ye kadar Le Corbusier ve kuzeni mimar Pierre Jeanneret ile çalıştı ve daha sonra bu deneyimi “bir ayrıcalık” olarak nitelendirdi. Yoğunlaştığı alan; oturma düzeni, modern konutun ekipmanları ve atölye tarafından tasarlanan mobilyalardı. Ayrıca prototiplerin imalatı ve tasarımların son üretilmiş hallerinden de sorumluydu. Efsane üçlü Le Corbusier, Perriand ve Jeanneret bir dizi standart oturma pozisyonu tanımladı ve bunlardan LC mobilya serisini tasarladı. 1928 yılında, yüzyılın en ikonik sandalyelerinden üçü bu şekilde ortaya çıktı: “Siège à Dossier” (geriye doğru yaslanması rahat bir sandalye, LC1), “Fauteuil Grand Confort” (zarif ama konforlu bir koltuk, LC2 ve LC3) ve “Chaise Longue” (rahatlamak için bir şezlong, LC4). Maksimum rahatlık için farklı pozisyonlarda oturma şekillerine imkân veren bu tasarımlar hala çok sayıda üretilmekte ve kullanılmaktadır.
Comentarios