Bir eser düşünün; ilk bakışta büyük tuvalin tam ortasında ters dönmüş bir figür insan bedenine benziyor. Sonra, gözlerim bunu düzeltmeye, figürü zihnimde “normal” hâline getirmeye çalışıyor. Zihnimdeki alışkanlıkların, bir şeyleri her zamanki gibi görme ve tanımlama dürtüsünün farkına varıyorum. Oysa tam da bu çelişkili an, farkındalık pratiğinin başladığı yer. Baselitz’in dünyasında, bildiklerimi bir kenara bırakıp yalnızca “orada” olanı görmeye başlıyorum.
![](https://static.wixstatic.com/media/91fe77_af29b417d31e45a3949e0472714a5808~mv2.png/v1/fill/w_980,h_811,al_c,q_90,usm_0.66_1.00_0.01,enc_auto/91fe77_af29b417d31e45a3949e0472714a5808~mv2.png)
Alman ressam ve heykeltıraş Georg Baselitz’in eserleriyle ilkkez 2017 yılında Basel’deki Beyeler Müzesi’nde karşılaşmıştım. Sanat dünyasında çığır açan ve alışılmadık teknikleriyle bilinen sanatçının en dikkat çekici özelliği, 1960’lı yılların sonunda başlattığı ters resim tekniği. Figürleri baş aşağı çevirerek sanatseverleri alışılagelmiş görme biçimlerinden koparan bu yaklaşımı, izleyiciyi hem zihinsel hem de duygusal olarak farklı bir farkındalık düzeyine taşıyor. Baselitz’in sanatı, yüzeyde soyut bir meydan okuma gibi görünse de daha derin bir düzeyde kendimizi ve dünyayı yeniden görmeye davet eden bir içsel uyanışı tetikliyor. Farkındalık, en temel anlamıyla “görme”yi yeniden tanımlamakla başlar. Baselitz, eserlerinde izleyicinin görme deneyimini kökten bir şekilde dönüştürüyor. Ters dönmüş figürler, gerçeklikle olan bağlarımızı gevşetiyor ve izleyiciyi alışılmış düşünce kalıplarından kurtarıyor. Bu, sanatın sunduğu bir meditasyon formu gibi; izleyiciyi otomatik tepkilerinden kopararak, bilinçli bir dikkatle bakmaya ve anlamaya zorluyor. Baselitz’in ters portreleri, figürlerin gerçek kimliğini ya da hikâyesini gölgelemek yerine, izleyiciye anlamın yüzeyde değil, derinlerde olduğunu hatırlatan bir uyarıcı gibi. Bir sanat eserine tersten bakmak, geleneksel anlamda şaşırtıcı ve hatta rahatsız edici olabilir. Ancak bu rahatsızlık, farkındalığın ilk adımlarından biridir; eski düşünce kalıplarının parçalandığı, dikkatimizin keskinleştiği ve anı daha yoğun hissettiğimiz bir alan yaratır.
“Farkındalık pratikleri genellikle denge ve huzur üzerine odaklanırken, Baselitz’in sanatı izleyiciyi denge arayışına iter, ancak bu dengeyi kaosun içinde bulmaya teşvik eder.”
Geçtiğimiz eylül ayında Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan “Georg Baselitz; Son On Yıl” adlı sergiyi gezerken, zihnimde eserlerdeki tersliği düzeltmeye çalışmayı bıraktım. Bunun yerine, yalnızca gördüğüm şeye ve içimde yarattığı hislere dikkat etmeye başladım. Baselitz’in figürleri kaotik ve tanıdık olmayan bir hâl alsa da ben de bu karmaşanın içine adım atmaya, onu olduğu gibi kabul etmeye karar verdim. Figürün tersliği bana, gerçekliğin yalnızca bir perspektif meselesi olduğunu hatırlattı. Ne kadarçok düzeltmeye çalışırsam, o kadar gerçeği kaçırıyordum. Bu, farkındalığın belki de en temel dersiydi: Olanı olduğu gibi görmek. Baselitz, sanatın salt estetik bir deneyim olmaktan öte, izleyicide farkındalık oluşturan bir köprü olması gerektiğine inanan bir sanatçı. 1945’te Almanya’nın savaş sonrası yıkımını, bölünmüşlüğünü ve siyasi belirsizliklerini deneyimleyen Georg Baselitz; eserlerinde savaşın, tarihin ve kimlik arayışının izlerini yansıtır. Her bir detayda, insanın kendisiyle ve dünyayla olan mücadelesini, kırılganlığını ve yeniden ayağa kalkma çabasını bulursunuz. Onun sanatına baktığınızda, sadece resimler görmezsiniz; yaralanmış bir ruhun, parçalanmış bir dünyanın ve kaybolmuş bir kimliğin feryadını duyarsınız. Farkındalık pratikleri genellikle denge ve huzur üzerine odaklanırken, Baselitz’in sanatı izleyiciyi denge arayışına iter, ancak bu dengeyi kaosun içinde bulmaya teşvik eder. Ters figürler, dengesizliği temsil etse de bu dengesizlik tam da farkındalığın geliştiği yerdir. Zihnimizin sınırlarını aşmakve bilincin derinliklerine inmek için kaosun içinde bir düzen aramaya başlarız.Bu noktada, Baselitz’in sanatı izleyiciye şunu söyler: Dış dünyayı kontrol etmek yerine, içsel dengeni bu bozuk düzenin ortasında bulmayı öğren. Bu, farkındalık pratiğinin en özlü ilkelerinden biridir; anı ve gerçekliği olduğu gibi kabul etmek, direnmeden gözlemlemek ve bu deneyimden bir içsel uyum çıkarmak.Baselitz bizi görmenin ötesinde algılamaya, anlam aramadan önce fark etmeye davet eder. Figürlerin ters çevrilmesi, bir anlamda, dünyaya bakışımızı ve kendimizle olan ilişkimizi ters yüz ederek daha derin bir bilinç seviyesine ulaşmamızı sağlar. Bu nedenle Baselitz, sanatını sadece estetik bir devrim olarak değil, aynı zamanda bir farkındalık pratiği olarak sunar; sanat aracılığıyla bilinçlenmek ve kendimizi daha derin bir düzeyde keşfetmek için bir kapı aralar.
Baselitz’in eserlerinin önünde geçirdiğim dakikalar, bana gerçek anlamda anda kalmanın ne olduğunu gösterdi. O anın içinde, zihnimdeki sesler, düzeltme çabalarım, eleştiriler yavaş yavaş sustu. Geriye sadece figür ve ben kaldık. Baselitz’in ters dünyasında, aslında her şey yerli yerindeydi. Benim zihnimdeki kaosun dışavurumu olan bu görüntü, sakin bir kabul hâline dönüştü. Eserlerin yarattığı bu farkındalık, bana sadece sanatla değil, hayatla da nasıl bir ilişki kurmam gerektiğini gösterdi: Direnmeden, olduğu gibi kabul ederek. Sergiden ayrıldığımda, Baselitz’in baş aşağı figürleri bende sadece estetik bir iz bırakmadı; farkındalık pratiğim için de bir rehber oldu. Sergi,2 Şubat’a kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde görülebilir.
Commentaires