Henüz kariyerinin başında olmasına rağmen kısa sürede çok yol alangenç oyuncu Elif Uslusoy, oyunculuk tutkusunun peşinden gitmeyi seçtiği için kendini şanslı görüyor. Uslusoy’la hayatı, oyunculuğu ve zamanı konuştuk.
“Veda Mektubu” ile profesyonel kariyerine başladın. Gerçek hikâyelerden uyarlanan işlerin seyirci üzerinde daha fazla etki bıraktığı düşünülüyor. Sen ilk işinin bir uyarlama olması hakkında ne düşünüyorsun? Televizyonda olmak nasıl bir deneyimdi?
Benim için anlatmanın ve anlaşılmanın en etkili yolu oynamak. Bu yüzden oyuncu oldum. Bir hikâyenin, bir derdin oyun kurularak anlatıldığında bende daha büyük bir etki bırakma ve harekete geçirme gücü var. Gerçek bir hikâyeden uyarlandığında bu etki daha da güçleniyor. İlk işimle televizyonda olmak, eğitimimin kamera önündeki parçası gibiydi. Kamerayla tanışma, set ortamına adapte olma sürecim “Veda Mektubu” seyircisinin önünde olmuş oldu.
Bir insanı ancak geçmişi üç boyutlu hale getirebilir. Şimdive geleceği besleyen güçlü bir deneyim olarak bahsedebiliriz geçmişten. Kariyerini oyunculuk üzerine kurarken zorlandın mı? Yol mu seni buraya getirdi, yoksa bu gerçek olan bir hayal miydi?
Tiyatroyla çok küçük yaşta annem, sinemayla da babam tanıştırdı beni. Annemle el ele Karşıyaka Devlet Tiyatrosu’na gider,babamla da Çarşı’dan film satın alırdık. Hep o sahnede olmanın, oynamanın, bir şeyler anlatabilmenin hayalini kurdum. Oyunculuk ve konservatuvar bir hayalken yönlendirildiğim yol beni jeofizik mühendisi yaptı. Ben bir şekilde ailemin içini rahatlatmak için İTÜ’de okurken bile stajımı Walt Disney’de yapmayı başardım.İki üniversite okuyormuşum gibi düşünüp oyunculuk alanında kendime hep yatırım yapmaya devam ettim. Evet, zorlandım. Oyunculuğun kimse için kolay inşa edilebilecek bir kariyer olduğunu düşünmüyorum. Direksiyonun başında hep ben vardım ve bu tutkumun peşinden gitmeyi ben seçtim. İyi ki seçmişim.
Oyunculuk kariyerinin reddedilen projelerle de kurulduğunu düşünürsek, bugün nasıl bir rol gelse asla geri çevirmezdim dersin?
İyi yazılmış, bana bağ kurabileceğim malzemeler veren her karakteri aynı keyifle oynarım. Sınırlarımı zorlayacak, beni geliştirecek, yeni bir perspektif kazandıracak her işin içinde olmak isterim. Tabii spesifik olarak keşke oynasam dediğim karakterler de var. Mesela “Phantom Thread”de Alma’yı, “Westworld”de Dolores’i oynamak için neler vermezdim...
Yeni projen “Düğüm” bir dijital platformda yayına girecek. Set saatleri ve Türkiye’de yayınlanan dizilerin ortalama 140 dakikayı bulduğu bir zamanda televizyon ve platformlar için neler düşünüyorsun? Yerli diziler gerçekten de yersiz şekilde uzun değil mi? “Düğüm” bu anlamda nasıl bir deneyimdi?
Ulusal yayında dizilerin uzunluğu çalışma şartlarına da yansıyor tabii ki. Zorlandığım zamanlarda kendime hep şanslı olduğumu hatırlatıyorum. Sevdiği işi meslek edinebilen insan sayısı o kadar az ki. Oynamak için geçirdiğim uzun saatleri, sevmediğim bir işte geçireceğim yarım saate bile tercih ederim. Bu yüzdende şu an için dijital ya da televizyon gibi bir ayrım yapmadan tamamen hikâyeye ve role odaklıyım. “Düğüm”ü okuduğumda da dijital platformda olmasından bağımsız olarak hikâyenin bir parçası olmak çok istedim. Spoiler vermek istemediğim için bahsedemeyeceğim ama seyircinin izleyince anlayacağı zorlayıcı sahnelerim oldu. Bu zor sahnelerde bile tamamen güvende hissettiğim, büyük bir keyifle çalıştığım, her gün koşa koşa gittiğim bir deneyim yaşadım. İçinde bulunduğum için çok mutluyum.
Tüm hikâyeye hâkim olmak ve karakterin yolculuğuna baştan tanık olmak, role çalışma aşamasında da çok yardımcı etkenlerdi. Televizyonda böyle bir şansınız olmayabiliyor. Bir sonraki bölümde bile karakterin nereye evrileceğini bilemeyebiliyorsunuz.
Oyunculuk hâlâ dünyada usta-çırak ilişkisi ile güçlenen bir deneyim. Bu anlamda rol aldığın işlerde şanslı olduğunu düşünüyor musun?
Sektördeki ilk yılımda mesleki ve hayat deneyimi benden fazla olan usta oyuncularla karşılıklı oynama şansım oldu ve tabii ki çok şanslı hissediyorum. Yan yana geldiğimiz her an ve paylaştığımız her şey beni mesleğimde daha ileriye taşıdı. Bu noktada İbrahim Çiçek’in bana kattıklarından da bahsetmeden geçemem. İşlerini takip ettiğim, bir gün çalışabilir miyim acaba diye düşündüğüm biriydi hep. Hayatıma girmesiyle birliktekendi yolumu çizmemde, potansiyelimi her geçen gün daha iyi kullanmamda emeği ve desteği çok büyük. Oyunculuk bazen sizi yalnızlaştıran bir yol olabiliyor. Çok şanslıyım ki bu yolda karşıma çok değerli insanlar çıktı.
Modayı takip eder misin? Kendi stilini nasıl tarif edersin?
Zamansız, sade ve bazen romantik diyebilirim. Modayı takip ediyorum ama uymaya çalıştığım kurallar ya da trendler yok. Son dönemlerde baştan aşağı beyaz giymeye bayılıyorum. Bazı renklerle barışamadım. Belki zamanla onları da gardırobuma katarım, bilemiyorum.
Zamanın kendisiyle ilgili ve kendi zamanın ile ilgili neler düşünüyorsun?
Zaman çok yanıltıcı bir kavram olabiliyor. O kadar çok uyaran var ki, yaşamayı sıkça erteleme eğiliminde olduğumuz bir zamandayız. Benim tek derdim geçmiş ve gelecekten sıyrılıp anı kaçırmamak. Kaçırıyor gibi hissettiğim zamanlarda bu aralar dans ediyorum. Zamanı harcamak yerine yatırım yapmaya çalışıyorum. Bir de zamanında alınmamış risklerin arkasından “keşke” demekten çok korkarım. Bence risk almak için çok doğru bir zamandayım.
Commenti