Önüne inandığı bir hikâye geldiğinde “kelimenin tam anlamıyla büyülendiğini” söyleyen Dilde Mahalli, film yapımcılığında geride bıraktığı on beş yılın ardından sinema projeleri ve yaratım süreçleri hakkında hâlâ aynı coşku ve heyecanı taşıyor. Mahalli ile yapımcılık yolculuğu ve yaratıcı alanda sosyal farkındalık üzerine konuştuk.
Ceket: Vivienne Westwood Gömlek, pantolon: Massimo Dutti
Risk alabilen, yenilikçi ve özgür hikâyeleri izlerken bazen içimi bir coşku kaplıyor. “Kraliçe Lear” da bu işlerden biriydi. Aradan geçen bunca zamanda ekonomik nedenlerden dolayı üretimin de değişimine tanık oluyoruz. Yapımcılığa başladığın günden bugüne film üretme pratiği ile ilgili neler değişti?
Çok şey! Film yapımı, özellikle benim gibi ana akım dışında filmler üreten yapımcılar için hiçbir dönem kolay olmadı ve hiçbir zaman olmayacak. O yüzden film yapımcılığının temelinde gereken ilk özelliğin esneklik olduğunu düşünüyorum. Değişen ekonomik koşulları, siyasi atmosferi, yerel ve global yönelimleri, üretim araçlarını ve medya alışkanlıklarını takip etmek ve sonuçlarına çok hızlı adapte olmak zorundayız. Film üretme pratiği benim için tam da bu değişimlere, özellikle olumsuz gelişmelere ayak uydurmaya çalışırken nelerden feragat ettiğiniz ve nelerden taviz vermeyeceğinizin kararı demek oluyor.
Bir yandan hikâyeler seni buluyor gibi hissediyorum, bir yandan o hikâye sen de içinde olduğun için filme dönüşebiliyor gibi düşünüyorum. Yapımcı olarak bir hikâyeye nasıl ikna olursun?
Üniversite ve yüksek lisans eğitimim görsel sanatlar ve güncel sanat alanındaydı. Sorduklarında hâlâ neden ve nasıl yapımcı olduğumu cevaplayamıyorum! Yine de düşününce bu soruya ilk cevabım samimiyetle bir şeyler üretmek isteyen insanlarla bir arada kolektif çalışmaya duyduğum sevgi ve heyecan bence. Önüme inandığım bir hikâye geldiğinde kelimenin tam anlamıyla büyüleniyorum. Bir senaryo ya da proje dosyasını okuduğumda kendimi o filmin sanatını, ses tasarımını, ekibini düşünürken buluyorsam ikna olduğumu anlıyorum. Ama bir filmin yapımcılığını yapmaya karar verdiğim yer, birlikte çalışacağım insanla karşılıklı diyaloğumuz oluyor. Çünkü film yapımı çok uzun bir süreç ve bazen çok sevdiğiniz bir projeye ileride yönetmenle anlaşamayacağımızı görünce girmiyor ya da tersi şekilde çok sevdiğim bir yönetmenin ikna olmadığım bir hikâyesine de dâhil olmak istemeyebiliyorum. Bir filmi yapmaya karar verdiğimde, görsel sanatlar geçmişimin de katkısı ile sanırım, her aşamasını birlikte düşünmekten keyif alıyorum. Biraz Yeşilçam’dan biraz büyük stüdyolardan alışılagelen - parayı bulan, evrak işlerini çözen- bir yapımcılık asla ilgimi çekmiyor.
Sanatçının toplumsal ve kültürel olarak bir farkındalık yaratması gerektiğini düşünüyor musun?
Bunun bir ödev olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu ödev bilinciyle yaratılan bir farkındalığın bu çağda bir tesiri olacağına inanmıyorum. Karşımızda hiç olmadığı kadar içerik üreten, etkileşim içinde olan ve katılımcı olmayı isteyen bir nesil var. Çok fazla dijital mecradan çok fazla içeriği takip ediyorlar ve çok çabuk tüketiyorlar. Bu nedenle sanatta süreklilik ve farkındalığın inşası çok önemli. Ürünü sanat, zanaatkarı sanatçı yapan değerler tabii ki çok uzun bir tartışmanın konusu ama şu an günümüze bakarsak herkes sanatçı ve aynı zamanda kimse değil! Ben kendi adıma piyasanın arz talep ilişkilerinden bağımsız işler üretmenin ve eseri şekillendiren kişilerin dert edindikleri konularda hakiki olduğu zaman ortaya çıkan eserlerin er ya da geç farkındalık yarattığına inanıyorum.
Pelin Esmer’in “O da Bir Şey mi?” filmi Rotterdam’da, Emine Yıldırım’ın “Gündüz Apollon Gece Athena” filmi Tokyo’da dünya prömiyerini gerçekleştiriyor. Böylesine erkek egemen bir sektörde başarılı kadınların yan yana olmasını izlemek inanılmaz keyifli. Sen bu konuda neler hissediyorsun?
On beş sene önce Emine Yıldırım’ın yazdığı ve Ramin Matin’in yönettiği “Kusursuzlar” filmi ilk yapımcılık tecrübemdi. Kadın filmlerinin henüz “trend” olmadığı bir dönemde iki kız kardeşin başrolde olduğu ve bozkırda geçmeyen düşük bütçeli bir filmin yapımıyla sektöre girmiş olmak benim için çok öğretici bir deneyim oldu. Yıllar sonra Emine’nin ilk yönetmenlik deneyiminde benimle çalışmak istemesi de bu sebepten çok özeldir benim için. “Kusursuzlar”dan çok kısa bir süre sonra yolumuz Pelin Esmer ile kesişti. “İşe Yarar Bir Şey”, “Kraliçe Lear” ve son filmimiz “O da Bir Şey mi”ye uzanan on yılı aşkın bir film yapım yolculuğumuz oldu.
Bir filmin yolculuğu; geliştirme, prodüksiyon, post-prodüksiyon, festival ve dağıtım aşamalarıyla en az 3-4 yılınızı alıyor ve bu süreçte her gün birçok kritik karar vermeniz gerekiyor. O yüzden beraber yola çıktığınız insanlara güvenmeniz ve açık iletişim kurmaya devam etmeniz gerekiyor. Bu anlamda meslek hayatım boyunca çoğunlukla kadınlarla çalışmanın hem avantajını hem de keyfini yaşadığımı söyleyebilirim. Büyüdüğünüz ortam, aile ve arkadaş çevreniz dünyayı kavrama biçiminizi ve ideolojik olarak konumlandığınız yeri dönüştürüyor olsa da meslek etiğini beraber çalıştığınız insanlarla öğreniyor ve şekillendiriyorsunuz. Bu anlamda hem şanslı olduğumu hem de şansımı kendim yarattığımı düşünüyorum. Çünkü bir noktadan sonra yaptığınız işler ve durduğunuz yer tam da birlikte üretmek isteyeceğiniz insanları ve hikâyeleri önünüze çıkartmaya başlıyor. Mesela Pınar Yorgancıoğlu’nun ilk filmi “Karanlıkta Islık Çalanlar”da bir araya gelişimiz de tam bu şekilde oldu. Şimdi dönüp geriye baktığımda çalıştığım kadın yönetmenleri tercih etme sebebimin ortaya koymak istedikleri hikâyelerdeki samimiyetleri ve zihinsel esneklikleri olduğunu görüyorum. Kadınlar öz farkındalıkları kadar çalıştıkları insanlara karşı da farkındalık sahibi olmakta, yeni yollar deneme ve zorluklarla baş edebilme yöntemlerinde erkeklere göre çok daha yaratıcılar.
Türkiye’nin # metoo hareketi olarak yorumlanan; sinema, televizyon, tiyatro sektöründe, kamera önü ve arkasında çalışan kadınların oluşturduğu dayanışma ağı # SusmaBitsin’in kurulma sürecinde yer aldın. 2018’den bu yana neler değişti?
Çıkışında aktif görev almaktan gurur duyduğum bir oluşum,
# SusmaBitsin. İsmini de birlikte bulduğumuz çözümden aldı. Bir arada olduğumuzda, güçlerimizi birleştirdiğimizde, olan biteni paylaştığımızda, susmadığımızda şiddet ve taciz vakalarını bitirebileceğimizi fark ettik. 2018’den bu yana birçok kez sete girmiş bir yapımcı olarak bu oluşumun sebep olduğu değişimi bizzat deneyimlemek ve her geçen gün etkisinin arttığını görüyor olmak çok büyük bir mutluluk benim için. “Bir yerlerde acaba ifşa olacak mıyım” diye uykusu kaçan erkekler var artık. Bu tamamen kadın dayanışmasının başarısı. Buradan da bu oluşuma dâhil olan, birbirimize anlatma cesareti aşılayan, susmayan bütün kadınları bir kez daha tebrik etmiş olayım.
Bireysel olarak kadın dayanışması hakkında neler düşünüyorsun?
Şu an hem özel hem iş hayatımda öğrendiğim her şeyi kadınlardan öğrendim dersem sanırım abartmış olmam! Gündelik hayat pratiğimi de iş ahlakımı da oluşturan şeylerin temelinde toplumsal cinsiyet eşitliği var. Yaptığım filmlere, anlattığım hikâyelere de bu lensten yaklaştım ve böyle devam edeceğim. Bu farkındalık bizimle başlıyor ve kadın dayanışmasının gücüyle hızla yayılıyor. Yalnız olmadığını, her zaman ve her koşulda bir yerlerde dayanışabileceğin kız kardeşlerin olduğunu bilmek çok büyük bir mutluluk, çok büyük bir özgüven kaynağı.
RÖPORTAJ / INTERVIEW: EBUBEKİR ELKATMIŞ
FOTOĞRAF / PHOTOGRAPHY: ONUR EŞİYOK
FOTOĞRAF ASİSTANI / PHOTOGRAPHY ASSISTANT: YUNUS YILMAZ
STYLING: TOPRAK EREN GÜLDURAN
STYLING ASİSTANI / STYLING ASSISTANT: ZEYNEP GENCERSAÇ
MAKYAJ / HAIR, MAKEUP: ONUR BAYRAM
Comments