top of page

Bir Ayna, Bir Bilmece: Kırılımlar Çağı

Elif Çetin

İnsan, teknolojik araçlarla dolu dünyada kendini unutma tehlikesiyle karşı karşıya. Tek suçlu teknoloji mi? İçinde yaşadığımız dünyanın sorunları ve bizi yöneten liderler bizi hiç de iyi bir yere götürmüyor. Her ülke kendine ait ayrı çalkantılar ve sorunlarla dolu. Orta Doğu’da her zamanki gibi savaş var, Rusya topraklarını genişletmek istiyor, Çin hem teknolojidehem de ekonomide büyük bir risk haline geldi, Amerika yeni başkanını seçiyor, (yazı yayımlanana kadar belli olmuştur, acaba kim?) yeni bir Trump dönemi kapıda olabilir. Söylenen o ki Putin ve Xi, Trump’ın gelmesini bekliyor.Liderler boyutunda müthiş bir kriz var ve bu kriz daha da derinleşecek gibi görünüyor. Mevcut sistemler bugünkü yaşam ve ihtiyaçlarla örtüşmüyor. Liderlerin beş yıllık dönemlerde dünyayı yönettikleri sistem hata veriyor. İklim krizi, ekonomik krizler, jeopolitik krizler, sağlık krizleri vb. gibi birçok kriz aynı anda gerçekleşiyor. Dünya tarihine baktığımızda böylesine önemli krizlerin birleştiği bu dönemler, çoğunlukla büyük kırılma ve dönüşüm süreçlerine yol açmış, hem toplumları hem de yönetim yapılarını derinden etkilemiştir. Tarihte geriye gittiğimizde belli başlı kriz dönemlerini şöyle sıralayabiliriz: 14. yüzyıl: Kara veba ve küresel soğuma, 17. yüzyıl: Küçük Buz Çağı ve büyük jeopolitik çatışmalar, 20. yüzyıl: 1930’lar Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı dönemi, 21. yüzyıl: 2020 COVID-19 pandemisi ve küresel krizler. Bu veriler bize başka bir şeyi daha gösteriyor: Eskiden 300 yıl süren kırılımlar artık 100 yıldandaha kısa zaman alıyor. İnovasyon hızına baktığımızda 25 yıllık dönemlerden söz ediyoruz artık. Yani her 25 yılda çok köklü değişim. Önümüzdeki yıllarda da bu hızın artması bekleniyor.




DEĞİŞİMİ ANLAMAK

Peki, biz bu hıza nasıl yetişeceğiz, bu kriz karmaşasında nasıl hayatta kalacağız? Ne düşünüp ne hissedeceğiz? Herkeste artan hisler ortak: Güvensizlik, finansal baskı, duygusal yorgunluk, bunalma. Statüler bile artık işe yaramıyor; her şeye sahip gibi görünenler için bile. Neler oluyor? Kırılıyoruz. Bugün farkında olmamız gereken en önemli olgu bu: Değişimi anlamak. Bunun acı vereceğini, zorlayacağını, yoracağını anlamak. Hazırlanmak. Etrafımızdaki güvensizlik, belirsizlik, hoşnutsuzluk, kaçış aslında bizi yöneten liderlerin yeni dünyaya ve belki çoklu gezegenli yaşamlara hazırlanmamasından kaynaklanıyor. Yaşadığımız mikro hayatlar aslında makro sorunların bir sonucu. İnsan tarih boyunca ilerlemek üzerine kurmuş varoluşunu.Bu ilerlemeyi sağlamak gerekiyor. Ek olarak, bu kez diğer yüzyıllardan farklı olarak dönüştürücü teknolojilerin etkisine daha geniş yer vermek gerekiyor. Yapay zekâ, otomasyon, uzay teknolojileri, sağlık teknolojileri gibi... Bu ne demek? Daha yeni, daha karmaşık, daha bilinmeyenlerle dolu ihtiyaçlar oluşuyor. Büyük zorluklar, hem bireylerin hem de toplumların yenilenme ihtiyacını daha da belirgin hale getiriyor. Sosyolog Ulrich Beck’in “risk toplumu” kavramı, bu yenilenme ihtiyacını açıklamakiçin kritik bir referans noktası. Beck’e göre, modern toplumlar giderek artan risklerle yüzleşirken, eski toplumsal düzenler artık işlevselliğini yitirir. Bu risklerle başa çıkmak, sadece eski yapıların devamını sağlamaya çalışmakla değil, aynı zamanda yeni yapılar ve ilişkiler geliştirmekle mümkündür. Yenilenme süreci, işte bu noktada hem bireysel hem de toplumsal bir dönüşüm olarak kendini gösterir.


Geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca, hem erkekler hem de kadınlar için ortalama yaşam süresindeki artış muazzam bir başarı hikâyesi oldu. Küresel ortalama yaşam süresi, 1800-2018 yılları arasında 30 yıldan 73 yıla çıktı. Günümüzün ve yakın geleceğin sağlık teknolojileri sayesinde bu rakam belki 250 bile olabilir. 250 yıl yaşayan insanların olduğu ülkeler ve toplumlar nasıl şekillenir, nasıl yönetilir? Sağlık sistemleri, emeklilik sistemleri, çalışma sistemleri... Yapay zekâ çalışma zorunluluğunu ortadan kaldırırsa bu ekonomileri nasıl etkiler? Sanayiye yapay zekâ entegrasyonunun mevcut işgücünü nasıl etkileyeceğini

değil, emek sermayesi olan insan artık işgücü olarak üretim sistemlerinde yer almazsa ekonomik sistemler nasıl etkilenir diye soruyorum aslında. Bugünkü güvensizlik duygumuzun yerini gereksizlik hissi alabilir. Bugün hâlâ aşamadığımız insan hakları sorunu, insan-robot birleşiminden sonra ya da robot hakları ile çözülebilecek mi? İnsanlık olarak sürekli değişim

ve yenilenme sürecindeyiz. Teknoloji ve inovasyon, bu süreçte bizim en büyük araçlarımız. Ancak burada kritik bir nokta var: Yenilenme, yalnızca daha fazla teknoloji üretmek ya da daha fazla cihaz kullanmakla değil, aynı zamanda kim olduğumuzu yeniden tanımlamakla ilgilidir. Gelecek nesillerin hangi dünyada yaşamak isteyeceklerini düşünmemiz gerekiyor. Eğer Mars’ta koloni kurarsak, bu sadece teknik bir başarı olmayacak. Aynı zamanda, insan kimliğinin yeniden tanımlandığı, yeni bir toplum modeli ve kültürün inşa edildiği bir an olacak. Cesaretle geleceğe yatırım yapmalıyız. Bunun için kısa vadecilikten vazgeçmek gerekiyor. Uzun dönemli düşünmeliyiz. Yedi Nesil Prensibini hatırlayın. Bir karar verirken bizden sonraki 7. nesil bu karardan nasıl etkilenecek diye sorup öyle karar vermekten bahseder bu prensip. Bugünün kısa vadeli kazançlarından ziyade, daha geniş bir perspektifle insanlık ve doğanın uyum içinde varlığını sürdürebileceği bir gelecek vizyonuna ihtiyacımız var. Doğa ile yeniden bağ kurmamız, onunla yeniden anlaşmamız gerekiyor.


MUTSUZLUĞU KABUL ETMEK

Tüm bunlar için ilk adım farkında olmak. Günümüzün katmanlı problemlerini aşmaya çalışan modern insan, çözümü meditasyon minderi üzerinde oturmak veya sessiz bir odada zihnini boşaltmak olarak görüyor olabilir. Bu da çok etkili ve birçok kültüre etki etmiş bir yöntem olsa da bana göre farkındalık bireylerin sadece kendi iç dünyalarıyla değil, aynı zamanda toplumsal yapıların adaletsizlikleriyle de yüzleşmelerini sağlar. Tüm bu yüzleşmeler bizi daha mutsuz kılabilir ya da genel olarak bize negatif gelebilir. Mutsuzluk olmadan hayatta kalamaz, öğrenemez ya da iyi fikirler üretemeyiz. En iyi yaşamın sırrı mutsuzluğunuzu kabul etmektir; böylece öğrenebilir, büyüyebilir ve ortaya çıkan duyguları yönetebiliriz. Bir de mutluluk tek

bir olayın sonunda gerçekleşen bir olgu değil yeni edindiğim tecrübelere göre. Mutluluk belirli aşamalarla oluşuyor. Doğru bir an/neden, sevdiğin insanlar, keyifli anılar, iyi hissetmek, tatmin olmak gibi şeyler... Yeni bir ev, yeni bir eş, yeni bir araba, yeni bir iş, yeni bir başarı... Bunlar mutluluk getirmiyor. Toplumlar olarak içinde olduğumuz yanılgıların da farkına varmalıyız. Başarılı olma yanılgısı gibi... Tüm bunlar modern insanı sistemin içinde çabalamaya devam ettirebilmek için oluşturulmuş hikâyeler. Şimdi önümüzde iki yol var: İnsanlık ve doğanın uyum içinde varlığını sürdürebileceği bir gelecek inşa etmek ya da yüzyıllar içerisinde kaybolacak bir tür olarak sona doğru ilerlemek.

Ben ilk yolu tercih ediyorum. Günümüzün teknoloji trendleri, insanlığın potansiyelini sınırsız bir şekilde genişletiyor. Ancak, bu potansiyelin gerçekleştirilmesi kolektif vizyon, işbirliği ve sorumluluk gerektiriyor. Teknolojinin gücünü en iyi şekilde kullanarak, daha refah, daha sürdürülebilir ve daha kapsayıcı bir gelecek inşa edebiliriz. Sizce hangi yoldan gideceğiz?

Comments


bottom of page