Yaşadığı dönemde sürekli küllerinden doğan, en az eserleri kadar kendi imajını da bir sanat eseri haline getiren o ikonik isim; Andy Warhol. Mayıs ayında New York’taki müzayedede 195 milyon dolara satılan Marilyn Monroe portresiyle rekor kıran sanatçı, son dönemde “The Andy Warhol Diaries” adlı belgesel dizisiyle de gündemde.
1960’lı yıllardan 1980’lerin sonlarına kadar sanatın felsefesinin yeniden sorgulanmasında büyük rol oynayan Andy Warhol, 1928’de Slovenya’dan göç etmiş işçi bir ailenin çocuğu olarak Pittsburgh’de dünyaya geldi. Warhol, çocukluk yıllarında sürekli çiziyor, magazin dergilerindeki ünlülerin fotoğraflarını kesip boyayarak kolajlar yapıyordu. Sonradan sanatının odağı olan popüler kültüre karşı ilgisinin tohumları o yıllarda atılmıştı.
Carnegie Mellon Üniversitesi resimsel tasarım bölümünde lisansını tamamlayan Warhol, 1949 yılında New York’a taşındı. Reklam sektörüne giren sanatçı, üniversite yıllarında keşfettiği lekeli çizgi tekniğini kullanarak yarattığı reklam afişleriyle işe başladı. 1949’da Glamour adlı moda dergisi için yaptığı ayakkabı illüstrasyonları yayınlandığında elde ettiği başarı, Andy Warhol’u New York çapında birçok ajans tarafından aranılan kişi haline getirdi. Reklam kariyerinde hızlı bir şekilde yükselen Warhol, 1950’lerin sonunda elitizmi dışlayan Pop Art ile tanıştı.
Andy Warhol, büyük bir etki yaratacak bir fikir istediğinde arkadaşı Latow ona “Herkesin her gün gördüğü bir şeyin resmini yap. Bir çorba kutusu gibi bir şeyin...” dedi. Böylece Warhol ünlü birinin portresini yapar gibi Amerikalıların sürekli sofralarında olan Campbell çorba kutularının resmini yaptı. Otuz iki adet farklı versiyonunu yaptığı bu resimler 1962 yılında Ferus galerisinde sergilendiğinde, bir sanat olayından ziyade sanatın yeniden doğuşunu tetikleyen bir kültür vakası olarak görüldü. Warhol’un çorba kutuları, bir şeyin sanat olma kriterlerini yeniden sorgulatıyordu.
4 Ağustos 1962’de Marilyn Monroe, Warhol’un Ferus galerisindeki sergisinin bittiği gün intihar etti. Ünlü yıldızın trajik ölümü Warhol’u çok etkilemişti ve Monroe’nun ölümünden sonra en ünlü eserlerinden biri olan “Marilyn Diptych” serisine başladı. Serigrafi yöntemiyle elli adet çoğalttığı seride, Monroe’nun ilk portredeki parlak yüzü son portreye doğru yaklaştıkça solgunlaşıyor ve son portreye bakarken dünyadan göçüp gidiyormuş gibi bir his veriyordu. Uzun yıllar eleştirmenlerin aklını meşgul eden bu seri, ünlü yıldızın ölümünün resimsel bir sunumu gibiydi.
Andy Warhol, 1968’de radikal feminist yazar Valerie Solanas’ın kurşunlarına hedef oldu. O dönemin tanıklarından sanat eleştirmeni Arthur C. Danto’nun “Andy Warhol” adlı kitabında anlattığına göre Solanas, Warhol’a yazdığı bir film senaryosunu verdi. Warhol senaryoyu çok müstehcen bulsa da alıp sakladı. İlerleyen zamanda Solanas senaryosunu geri istediğinde Warhol kaybettiğini itiraf etti. Warhol’un senaryosunu çalmak istediğini düşünen yazar, Fabrika’ya gelerek sanatçıyı karnından vurdu. Acilen hastaneye kaldırılan Warhol, klinik olarak ölü ilan edilse de yapılan müdahaleler ve açık kalp masajıyla hayata döndürüldü. Warhol, suikasta uğrayana kadar yaklaşık 60 filme imza attı. 1970’lerin başında resimden uzaklaşarak deneysel sinemaya ağırlık verdi. Günümüzde sanat dünyasından sinemaya geçen çok sayıda sanatçı olsa da Warhol bu konuda ilk örneklerden biriydi. Bu anlamda onun video sanatının öncülerinden olduğunu söylemek yanlış olmaz. Filmlerinde istediği başarıyı yakalayamasa da resimde yaptığı gibi sinemada da devamlı gördüğümüz görüntünün etkisini yitirdiğini göstermek istiyordu.
1987 yılında Milano’daki “Son Yemek” serisinin sunulduğu sergi de büyük ilgi gördü. Ancak sanatçı sergi açılışı boyunca bitkindi ve ayakta zor duruyordu. İsa’nın çarmıha gerilmesinden önceki hallerini resmettiği “Son Yemek” serisi adeta Warhol’un da hayatının sonuna işaret ediyordu. Bu sergiden bir ay sonra safra kesesi ameliyatı için New York’ta hastaneye kaldırılan sanatçı, 22 Şubat 1987’de, bir pazar sabahı hayatını kaybetti.
Öldüğünde henüz elli dokuz yaşındaydı. Yaşadığı dönemde ölümle ilgili söylediği sözleri ise yaşamının özeti gibiydi: “Neden öldüğünde asla ortadan kaybolmuyorsun anlamadım. Etrafındaki her şey kendi hayatını yaşamaya devam ediyor, ama artık orada değilsin. Her zaman mezar taşımın boş olmasını diledim. Kitabe yok, isim yok. Yalnızca tek bir sözcük var: ‘Kurgu’.”
Comments